Varmak değil, sadece gitmek... gitmek

hürriyet

25 Ekim 2010 Pazartesi

glütensiz hayat

geçen hafta açlık canımızı iyice sıktığı bir anda dayanamayıp wholefoods a gitmeye karar verdik. giderken çok umutlu değildik ama yine de gittik. ve reyonların arasında gezerken aslında bizim için bir cennette gezdiğimizi anladık. çünkü burada aşağıda gördüğünüz ürünlerin hepsine ve daha fazlasına rastladık, açlığa daha fazla karşı koyamayıp hepsini aldık:)
 sonradan fark ettiğimize göre dondurma hatta ve hatta dondurulmuş pizza bile vardı. ama tabi bu kadarı bile bizim bi aylık mutfak masrafımız kadar olduğundan fazla cıvımadık:) dondurma yememekten ölen duymadım ne de olsa henüz:) evet bunları bulduğumuz için çok ama çok şanslıyız. alabilecek kadar paramız olduğu için de şanslıyız ama neden sağlıklı insanlar kadar şanssız değiliz.??
bunlar bizi bir süre eder, tabi mecburen bir de minikk fırın aldık hatta ilk kakaolu kekimizi ve peynirli poacamızı da yaptık. karnımız doyunca hayata daha bi olumlu bakmaya başladık:)
bir an önce yatıp uyumamız lazım yarın doktor randevumuz var. bir ay ne de çabuk geçti... kontrol randevumuz geldi bile. doktora sorulacak dünya kadar soru var. of çok heyecanlı. ama günlerden sonra 7 den de erken kalkacak olmak.. hmm hayırlısı:))
yolu blogumdan geçen herkese sevgiler, öpücükler, özledim sizi..

18 Ekim 2010 Pazartesi

okunmayan blog

selam millet ne zamandır blog yazmadım çünkü shrekin çalışması gerekiyordu yani bilgisayar ona lazımdı. ama çok da lazım değilmiş herhal kimse nerelerdesiniz diye sormamış:) gerçi ağlıyorum diye yazdığımda da ağlama diyen olmamıştı:)) e gözden uzak gönülden uzak değil mi atalarımız boşuna dememiş. neyse efendim sağlık olsun, herşeyin başı sağlık bir kez daha öğrendiğimiz gibi. amerikada olsan jeepe binsen haftasonu lake tahoe ya da gitsen sağlıklı olmazsan bunların bir anlamı olmuyor.


gürçünün çok beğeneceği bu şahane yağdanlıkları geçen hafta fırın ararken gördük gürçün buraya gelsin ona bunlardan almaya karar verdik.
fırın almak istiyoruz ama hem fiyatı hem özellikleri bize uygun birşey bulamadık. ya çok minik oyuncak gibi, azıcık fırına benzeyenler de şu an bizim için pahalı... bakalım kısmet bulacağız eninde sonunda. burası çok ilginç gerçekten ucuz olması gerekenler pahalı pahalı olacağını tahmin ettiklerimiz ucuz. ama nedense ihtiyacımız olmayan şeyler ucuz genellikle:=)



13 Ekim 2010 Çarşamba

Haven on Earth



burası başlığa da adını verdiği gibi bizim için dünyadaki bir sığınak. çünkü buradaki her şey glutensiz. küçük sevimli bir pastane, içerisi mis gibi taze, tarçınlı, sıcacık kek kokuyor. biz ekmek almaya gittik ama içeri girince saatin 4 olduğunu ve kahvaltıdan beri birşey yemediğimizi fark ettik. neyseki öğle yemeği servisleri devam ediyormuş fakat vegan pizzaları kalmamış (tabi diğer iki çeşit de ya bacon ya ham içerdiğinden) yok biz almayalım dedik. ama mutfaktaki bayan ben tek kişilik iki tane vegan pizza yaparım 10 dakikanız varsa dedi. biz de tabi dedik, 10 dakika beklemek de bir şey mi...
 beklerken lavaboya gittim ve yukarı da gördüğünüz yazıyı okudum:) tuvaletler bile düşünmeye sevk ediyor elin memleketinde insanı. ama inanın çok iyi geldi. çünkü o ana kadar kendimi çok kötü hissediyordum. çok çaresiz olduğumu düşünüp, hayatın böyle nasıl geçeceğini kendi kendime sorup duruyordum.  bilmiyorum işte bi sebepten bu yazı iyi geldi, günün devamını daha pozitif geçirdik.
 işte burası pastanenin içi, çok şahane şeyler yok aslında bize uygun bi çeşit ekmek var sadece ama buna da şükür. (sonuçta tarçınlı ekmeği türk insanı naapsın:))

bu yediğimiz pizza, glutensiz undan. (marketten aldığım una hiç benzemiyor bizimkinin tadı bi tuhaf halbuki bu o kadar da fena değildi.) pizzanın içinde enginar vardı yaa hayatta aklıma gelmezdi ama güzeldi hapır huupur yedik.


gezip durup eve döndükten sonra da doğum günü kutlaması için şahane bi yemek yedik:)


bu da shreke sürpriz yapıp aldığım glutensiz browni:) rengi şekli şahane ama yemeyip sadece izlemekte fayda var:)) çünkü tadını bir şeye benzetemeyebilirsiniz:)
olsun doğum gününde kuzumu pastasız bırakmamış oldum bu sayede:)
ayrıca da hediye olarak bir de kitap aldım:)

11 Ekim 2010 Pazartesi

artık beni asla yaralayamaz hayat eğer istemezsem





 cumartesi akşamı, pazar günü lake tahoe ya gitmeye karar verdik.  sabah erken kalkabilmek için saati kurduk, rötarlı da olsa erken kalktık, kahvaltı yaparken shrek kendisini iyi hissetmediğini söyledi ve geziyi iptal ettik. ama yaptığım hızlı kürle öğleden sonra kendine gelen shrek geçti arabanın direksiyonuna ve bizi şahane manzaralar izlediğimiz, yaşlı çam ağaçlarının kokusunu aldığımız, bol bol oksijen depoladığımız şahane bir geziye çıkardı. açlık kısmını saymazsak herşey çok güzeldi, özellikle göl kıyısına indiğimiz an ikimiz içinde muhteşemdi, çünkü bu yaz yüzmek için çok az fırsat bulabildik bildiğiniz sebeplerden, tam denize güneşe alışıyorduk ki buraya geldik. geldiğimizden beri de tek gördüğümüz su birikintisi şurada görebileceğiniz truckee river olduğundan o kocaman göl ve kumsal bizi büyüledi. büyüledi diye kibarlık yaptım, aslında resmen kudurduk, neden mayolarımızı yanımıza almadıgımız, neden buraya daha önce gelemediğimiz, haftaya havalar iyi olursa gelip hemen yüzmemiz gerektiği, aslında buraya kadar gelmişken bi giriversek mi, nası olsa burası amerika kimse yadırgamaz bizi tarzı yoğun tartışmalara girdik. ama sonuçta elimizi suya değdirip, kenardan göle giren tiplere özenerek yolumuza devam ettik.
yol boyunca gölde kanoya binen, paraşütle kayak yapan, tekne kullanan tipler gördük. en yakında bunlardan birini yapmak için anlaşarak, iki tarafı da çam ağaçlarıyla kaplı yoldan evimize döndük.
yol kenarında farmville deki gibi evler, barnlar, çitler, klübeler gördük, bazılarının fotograflarını çekebildim, ama bu makineyle ancak bu kadar oldu. eski makinemiz olsaydı...
okuyanlara sevgiler, yorum yazanlara sevgiler ve teşekkürler..

8 Ekim 2010 Cuma

çölyak

iyi haberlerin de bi sonu varmış. artık sıra diğerlerine gelmiş. şüpheler kesinleşti. hastalığın ne olduğu anlaşıldı. bizi bundan sonra daha farklı bir beslenme düzeni ve bunun yanında endişe edilmesi gereken ince bağırsaklar bekliyor.
siz bu satırları okurken ben evde kalan son  iki paket bisküviyi ağlayarak boğazıma tıkıyor olacağım. çünkü kuzumun bunları görüp canının çekmesini istemiyorum. ve belki hepsini yersem çabucak ölüp bu sefil hayattan kurtulurum.
neden dert ediyorum ki ne var insan tahıl yemese hem daha sağlıklı hem zayıf olmaz mı, hem burda ekmek almak hem pahalı hem bizim sevdiğimiz ekmeği satan market çok uzak... hem ne olmuş önderin en çok sevdiği besin ekmekse, makarnaya bayılıyorsa, makarnayı bile ekmekle yiyorsa, böreği, poğaçayı yemeye başlayınca duramıyorsa ve bundan önce yediği onca ekmek onun bağırsaklarını mahvetmişse... bunda ağlayacak ne var...

4 Ekim 2010 Pazartesi

araba dö jeep resimli

jeep gören masum köylü



araba dö jeep

yaşasın sonunda bir arabamız ve o arabayı kullanmak için ehliyetimiz oldu. shrek için araba kullanmak çocukluktan gelen bir beceri sonuçta amerikalılar da bunu gördü ve ilk sınavda geçer notu verdi. (halil dedeye allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun sonuçta shreke araba kullanmayı öğreten odur.) aslında vermiş demeliyim henüz eve gelmedi ben de haberleri telefondan öğrendim. hemen giyindim süslendim. arabaya kurulup şööle bi şehir turu atmak için sabırsızlanıyorum.
bugün itibariyle amerikada 2. dönemimiz başlıyor. araba=özgürlük... hadi hayırlısı..
maşallah deyin nazar değmesin:)

2 Ekim 2010 Cumartesi

şurdan burdan 2


dün akşam kırmızı beyaz partisine gri giyerek gittik. parti çok kalabalıktı az sonra resimlerde de göreceğiniz gibi. ama çok eğlendik


oyun oynadık, müzik dinledik.

bu sabah aşağıda gördüğünüz kiralık evi gezdik, arkadaki kocaman bahçesine, mutfağına, bayıldık. ama eşyasız olduğu için bayılmakla kaldık.



aşağıdaki salıncakta sallanma hayali kurduk.


ordan çıkınca bir bahçe satışı gördük hemen daldık.


ve üstteki resimde shrekin elinde ve şu an masamızın üzerinde duran bu bebeği $5 a aldık:))

1 Ekim 2010 Cuma

şurdan burdan

çok ilginç ne zaman telefonla konuşmaya çalışsak tren sirenini son ses bağırtarak geçiyor ya da egzozu patlak bir motorsikletli pat pat pat yaparak kulağımızı yırtıyor. şu an telefonla konuşmuyoruz ama yine de trenin sesi geliyor. shrek de burası ne kadar gürültülü diye şikayet ediyor. ne çabuk unuttu domaaayyytçıyı. ya da çarşamba sabah körlerinin vazgeçilmezi mahallenin sevgilisi sütçüyü. inanmıyorum şimdi de itfaiye arabası açtı sirenleri shreki haklı çıkarmaya çaışıyorlar... hayır hayır burası gürültülü falan değil. gayet sakin ve sessiz. gereksiz bi korna bile duyamazsınız yollarda. bizim mahalledeki kadar insanla aynı apartmanda yaşıyoruz (tamam biraz abarttım) 300 den fazla daire var. ama ne bir ses ne bir patırtı. gece gece arabayla gelip kapının altında son ses bülent ersoy dinleyende... bak nası hatırlayıp sinirlendim.
neyse arkadaş medeniyet var burda, hem de öyle tek dişli falan değil bildiğin kanlı canlı. misal az önce itfaiye aracı geçti ya herkes sağa geçti ve durdu. yavaşlamadı, arkasına takılmadı. buranın deyimiyle full stop yaptı. bekledi. birbirlerine yol vererek hareket etti ve gitti.
insanlar göz göze gelince gülümsüyor, selam veriyor bir de. bizdeki gibi karşıdan gelenin giyimi kuşamını takısını saçını halini tavrını arkasından iç organlarını x ray den geçirip sonrada kafanı çevirip gitmek yok...
kimse kimseyi öyle deli gibi incelemiyor bir biz varız o işi yapan o da alışamadık daha bu kadar marjinalliğe.
otobüs soförü sabahtan akşama kadar tüm yolculara merhaba, bugün nasılsınız diyor... yolcu bileti gösterip ya da parasını ödeyip güvenli bir şekilde oturmadan ya da güvenli bir yerde durmadan gaza basmıyor bekliyor. her otobüs saatinde kalkıp saatinde varıyor.
bazı restoranlarda ikeadaki gibi bardağını sana veriyorlar sen istediğin içeceği seçip alıyorsun. yani içecek makinesi herkesin ulaşabileceği yerde ama kimse gidip ikinci bardağı doldurmuyor menüsünde bir bardak içecek varsa... ama aynı makineden evsizin biri gelip şişesini dolduruyor kimse napıyorsun çık git demiyor... ilginç...
şu fatmagülle de ilgili birşey söyleyeceğim. hatta televizyon kanalları hakkında bahsetmek istediğim şeyler var genel olarak, fatmagülle kısıtlamayalım. televizyon burda tam bir aptal kutusu. akşam bizim bulunduğumuz batı kıyısı saatiyle 8 ve 9 da iki dizi oluyor. ne bileyim işte sevdiğimiz diziler house, gossip girl bunlardan aynı günde ayrı saatlerde iki tane varsa ne ala ama bi günde sevdiğin bir dizi varsa o akşam sıkıntıdan patlarsın. dizi 8de pat başlıyor reklamlar meklamlar derken 9 da bitiveriyor. ben alışmışım pazartesi ezel varsa o akşam ne başka birşey izleyebilir ne başka bir iş yapabilirsin. burda iki dizi bile izlesen 10 dedin mi biter. ee sonra bir reklam kuşağıdır başlıyor elektrikli süpürgesinden tost makinesine fırınından saç şekillendiricisine kadar herbiri 20 şer dakikalık eziyetler başlıyor. bazı kanallar sürekli film gösteriyor ama aynı filmleri sürekli gösteriyor.
gündüz kuşağı deseniz sürekli eski dizilerin tekrarı, beverly hills var daha önce de dediğim gibi. ilk başta yadırgadım ama artık sabah kahvaltılarımıza eşlik ediyor kendisi severek izliyoruz. ya bu dizi neymiş böyle şimdiye kadar yayınlanan tüm gençlik dizilerinin izleyip izleyip birşeyler arakladığı bir baş yapıt resmen.. her konuyu işlemişler şimdiki dizilere hiç bir konu bırakmamışlar yazık şimdikilerde ne yapsın taklit taklit taklit.

ha bir de söylemeden geçemeyeceğim bu sabah zap yaparken cbs kanalında bi kadın gördüm sarışın burnu kalkık, alkolik ve kızı victoryadan bahsediyordu aaaa bi baktım dikkatlice bu yalan rüzgarındaki niki diil mi evet ta kendisi. ve bunlar düpedüz yeni bölümler kadın yaşlanmış ama değişmemiş.. bir de paul mü neydi onu gördüm o da aynı herifti. fazla bakmadım sıkıldım kapattım.

sunu demek için bütün bu lafları ettim. tv aptal kutusu evet, sürekli çok eskilerin tekrarları var evet çok uzun reklamlar ama bir de sosyal bir sorumluluğa var. uyuşturucu, intihar, alkolizm, tecavüz, depresyon vb. bir konu işledi mi hemen arkasından bu gibi sorunlar yaşayanların ücretsiz yardım alabilecekleri telefon numaraları ve internet adresleri veriliyor. izlerken ben de bunları yaşadım, ben de böyle hissediyorum diyenler için ufak da olsa bir çözüm olabilecek şeyler diye düşünüyorum.

burda havalar sıcak hala çok sıcak, güneş çok yakıyor. evet soğumasın hele biz şu araba işini halletmeden biraz daha idare etsin ama bu kadarı fazla geçen haberlerde tüm zamanların en sıcak eylülü olduğunu söylüyordu... gittiğimiz yeri ısıtıyoruz vay maşallah:))

yeme içme konusundaki sıkıntı azalsa da devam ediyor. özellikle ekmek.. su da ayrı mesele.  konserveye dadandık ama onda da sodyum olayı kafamı karıştırmaya başladı... bir de yüksek oranda mısır şurubu içeren yiyecekler var ki onlar en tehlikelisi. ama maalesef o zıkkım her ucuz şeyin içinde var. doktorun söylediğine göre amerikayı obez yapan madde oymuş ama hala kullanıyorlar... herşeyde ama herşeyde... bence siz de dikkat edin türkiyedeki yiyeceklere..